ÖZETLER

 

I        Genel Düzenleme: Bir Bizans Kilisesini Neler Meydana Getirir?

 

Jelena Bogdanović, Iowa Eyalet Üniversitesi

Bizans Kilisesinin Mimari Kuramsal Tasarımı (Parti) Olarak Kubbe

The Framing of Sacred Space. The Canopy and the Byzantine Church (Oxford UP, 2017) adlı kitabımda, kubbe ile Bizans kilise tasarımı arasındaki ilişkiye dair yenilikçi bir yorum sunmaktayım. Kilise tasarımını açıklamak için kullanılan yaygın tipolojileri (Yunan haçı planlı kilise gibi) takip etmek yerine, jeneratif ama taklitçi olmayan bir sistemi, yani kubbeli modüllere (genellikle kubbe çatılı dört kolonlu yapı birimlerine) eklemlenen dokuz kare grid tasarımının dikkate alınmasını öneriyorum. Bu sunumda, Sırbistan’daki Studenica Manastırı’nda bulunan, on dördüncü yüzyıldan kalma Aziz Joachim ve Azize Anna Kilisesi (Kral Kilisesi) örneği üzerinden, kubbenin mimari bir “parti”, yani tasarımın maddi ve manevi yönlerini birleştiren, tasarım için yol gösteren bir fikir olarak Bizans mimarisinin plastisitesi ve çeşitliliği hakkında daha iyi bir kavrayışa ve eşi benzeri olmayan mekânsal varoluş deneyimleri yaratmaya nasıl olanak verdiğini açıklayacağım. Aynı zamanda, bu çalıştayın temasına değinerek, belirli yapıtların “Bizans yapımı” olarak tanınmasına olanak sağlayan esas unsurun, coğrafi ve kronolojik ayrımlar değil, Bizans’ın kültürel bağlamında ifade bulan, tanınabilir tasarım prensipleri olduğunu öne süreceğim.

 

Bilge Ar, İstanbul Teknik Üniversitesi

Bizans Kilise Mimarisinin Dış Mekân Algısını Şekillendiren Etkiler Üzerine Düşünceler

Bizans kilise mimarisinde daha ziyade iç mekâna önem verildiğini vurgulamak gereksiz olacaktır. Geç Antik Çağ’dan itibaren cephelere giderek daha az önem verme eğilimiyle karşılaşıyoruz. Bu tip problemler uzun zamandır Mango ve diğer araştırmacılar tarafından tartışılagelmiştir. 7. yüzyıldan sonra manastır yapı gruplarının yaygınlaşmasıyla, daha önceki piskoposluk kiliseleri ya da yerleşim içi mahalli kiliselerden farklı olarak, kilise, bir avlunun ortasında duran bağımsız, tekil bir yapı halini aldı. Servis yapılarından koparılan kiliselerin mimari kütleler olarak ayrışması, seçilmiş bir grup izleyici tarafından tüm yönlerden algılanan kompakt kilise modüllerini ortaya çıkardı. Böylece, dış mekânlar bazen başka kültürlerden de devşirilmiş mimari elemanların yorumlanmasını içeren bezemelerle donatılmaya başlandı. Stilistik etkileşmenin kökeni, İslam sanatıyla ya da Ermeni mimarlığıyla ilişkilere odaklanan ve halen sürmekte olan pek çok tartışmaya konu olmuştur. Örtü sistemlerindeki ve iç mekân düzenlemelerindeki değişikliklere karşın, bir bütün olarak Bizans kilisesi yüzyıllar boyunca kendine has üç boyutlu ifadesini asla kaybetmemiştir. Üçüncü boyut, Bizans kiliselerinin dış mekân algısında her zaman mevcuttur ve hiçbir koşulda cephe mimarisine indirgenmemiştir. Bu durum yapıların çevre düzenlemeleri için hayati önem taşımaktadır. Bizans kiliselerine yaklaşım yönleri, cephelerin daha ayrıntılı bir şekilde bezenmeleri kararında belirleyici değildir. Öne çıkan bir cephenin bulunmayışı, haliyle bir yaklaşım doğrultusu olarak tasarlanmış bir meydanın da var olmamasına neden olmaktadır. Batı’daki katedrallerin etrafında şekillenen kent mekânından farklılaşan bu kentsel düzenleme, bir anlamda, mimari mekânın gelişim evresinde Erken Bizans mimarlığından etkilenen İslam şehirlerine daha yakındır. Siyasi tarihten farklı olarak, Türk-İslam mimarlığı üzerine yazılan metinler Bizans kiliselerini neredeyse hiçbir zaman “öteki” olarak nitelemezler. Daha da ilginci, maddi kültür anlamında Doğu-Batı sorunsalı Bizans mimarlığını iki uca da yerleştirememektedir. Bizans mimarlığı, kendi toprakları üzerinde, yerini yeni Doğu’ya, yani Türk-İslam mimarlığına bırakmış ya da gizlice içselleştirilmiştir. Asıl çarpıcı olan ise bu değişimin yalnızca maddi olmayışıdır, zira Türk mimari üslupları Bizans üslubunu özümsemiştir. Esas farkına varılması gereken nokta, Bizans kiliselerinin dış mekân algısının yeni gelenlerin mekân anlayışıyla ne denli uyumlu olduğudur. Bu çalışma, başta İslam toplulukları olmak üzere Ortaçağ’da Akdeniz’deki “ötekilerin” yaşayışlarının ve dünya görüşlerinin Bizans kilise mimarisinin dış mekân algısının şekillenmesinde ne tip etkileri olmuş olabileceği üzerine bir takım fikirleri sunmayı hedeflemektedir.

 

Ivana Jevtić, Koç Üniversitesi

Geç Bizans Dünyasında Kilise Yapıları ile İçlerindeki Duvar Resimleri Arasında Bağlantı Kurmak   

Gösterişsiz mağara şapellerinden görkemli anıtlara, duvar resimleri Bizans dünyasında dini binaların esas unsurlarından birini oluşturmuştur. Duvar resimleri ve binalar, ayrı birer disiplinin, yani sanat tarihi ile mimarlık tarihinin alanlarına giren iki farklı sanatsal medyanın (aracın) ifadesi olarak ele alınırlar ve her ikisine yönelik çalışmalar birbiriyle paralel ilerleyip nadiren kesişir. İkonografileri ve estetik özellikleriyle takdir gören resimler, aynı heykeller gibi, birer dekorasyon unsuru olarak düşünülürler: Binanın tasarımı ve inşasından sonra gelen gerekli ama ikincil unsurlardır. Bu sunum, iki türün özgül niteliklerine rağmen aralarındaki kavramsal ve disipliner ayrımları birleştiren bir köprü oluşturmayı amaçlıyor ve bu doğrultuda, kilise binalarının/mekânlarının kendi yapımcılarına ve kullanıcılarına ne ifade ettiğini daha iyi anlamamıza duvar resimlerinin nasıl olanak sağladığına dair fikirler öne sürüyor.

Bu yönde çaba sarf etmiş başka çalışmalar da mevcuttur. Otto Demus’un Bizans’taki anıtsal sanat anlayışını detaylandırarak anlattığı çalışması özellikle yararlıdır. Demus, çalışmasında, mozaik dekorasyonu ile mimari ve mekânsal unsurları Orta Bizans dönemi kiliselerine özgü tutarlı bir sistemin birbiriyle ilişkili parçaları olarak değerlendirmiştir. Benim araştırmam da onun izinden giderek Geç Bizans döneminden seçilmiş bazı örneklere odaklanıyor; birçok öykü çevrimiyle ve bireysel betimlemelerle ilişkili olan duvar resimlerinin bu dönemde artık kilise iç mekânının baskın unsuru haline geldiğini ve spesifik mimari çözümlerle birlikte, Bizans dünyasının içerisindeki bağlantısallığı bizatihi temsil ederek onun koine’sini tanımladığını vurguluyor. Sunumumda, kiliselerin fiziksel alanlarını ve duvar yüzeylerini kaplayan, bir yandan da ihlal eden fresk gruplarının olağanüstü uyum yeteneklerini tartışacağım. Bizans mekânsal paradigmalarına yeni yaklaşımları benimseyen bu çalışma, bu resimlerin yarattığı ve seyircinin kendisini içinde bulduğu semavi evren “illüzyonunun” “üçüncü mekân” olarak anlaşılıp anlaşılamayacağını irdeleyerek duvar resimleri ve mimari hakkındaki bakış açılarımızı genişletmeyi hedeflemektedir.

 

II       Tasarım Çözümleri: İşlev Odaklı ve Yerel Geleneklerin Etkisinde

 

Maréva U, EPHE-PSL

Orta ve Geç Bizans Kiliselerinin Sundurma ve Revakları: Liminal Giriş Mekânlarının Mimarisi ve İşlevi Üzerine Gözlemler

Bazen bir Bizans kilisesinin kapı eşiğine ulaşmadan evvel liminal bir mekânın, bir sundurma ya da revakın içinden geçmek gerekmektedir. Bu hafif strüktürler, sütunlar ya da kemer dizilerince taşınan bir üst örtüye sahip, kilisenin cephelerinden birine bitişik, açık ya da yarı açık alanlardır. Sundurmalar yalnızca giriş kapılarının önüne inşa edilirken, revaklar yapının bir ya da daha fazla cephesini kaplar.

Erken Hristiyanlık döneminden itibaren Suriye, Filistin ve Yunanistan da dâhil olmak üzere geniş bir alanda görülen sundurma ve revakların inşaatı, Orta ve Geç Bizans dönemlerinde de devam etti. Konu üzerine kapsamlı bir araştırmanın bulunmayışı, korunmuş örneklerin az sayıda olmasıyla açıklanabilir. Konstantinopolis’teki en iyi korunmuş örneklerden bir tanesi, Kariye Kilisesi’nde (1315-1321) yer alan ve yapımından kısa bir süre sonra duvar ile kapatılan yarı açık revaktır. Hosios Loukas Manastırı’ndaki Panagia Kilisesi (10. yüzyıl ortası), Selanik’teki Kutsal Havariler Kilisesi (1310-1314), Mistra’daki Pantanassa Kilisesi (ca. 1428) ve bu uygulamanın devamlılığını 17. yüzyıl sonu veya 18. yüzyıl başında eklenen Vatopedi Manastır Kilisesi’nin revakıyla gözler önünde seren Aynoroz manastırları gibi, başkentin dışında, Yunanistan’da da çok sayıda revak örneği mevcuttur. Sundurmalara ilişkin olarak en iyi korunmuş örnek Trabzon’daki Ayasofya’dadır (13. yüzyıl ortası). Nispeten korunmuş bu örneklerin yanı sıra, pilaster ya da konsol kalıntıları gibi bir takım arkeolojik malzeme, vaktiyle yapıların cephelerine bitişik olup günümüze ulaşamamış sundurma ve revakların varlığına işaret etmektedir. Ferecik’teki Panagia Kosmosoteira Kilisesi (12. yüzyılın ikinci yarısı) ve Alasonya’daki Panagia Olympiotissa Kilisesi (13. yüzyıl sonu) bu duruma örnek olarak verilebilir.

Sunumumuzda, mevcut veriler ve korunagelmiş örnekler aracılığıyla, Orta ve Geç Bizans dönemi kiliselerinin girişlerinin önünde yer alan sundurma ve revakların mimarisini ve dış mekân dekorasyonunu inceleyeceğiz. Aynı zamanda söz konusu strüktürlerin kökenini ve gelişimini de belirlemeye çalışacağız. Bu çalışma, hem Bizans İmparatorluğu sınırları içerisindeki anıtları hem de sundurma ve revakların yaygın olarak görüldüğü Ermeni ve Gürcü kiliselerini içerecek şekilde imparatorluğun çeperini değerlendirmeye katmakta ve karşılaştırmalı bir yaklaşıma dayanmaktadır. Biçimsel analizin ötesinde, bu liminal mekânların işlevlerine odaklanıyoruz. Eğer belli durumlarda bir takım ayinler için bir çerçeve oluşturabiliyorlarsa, sundurmalar ve revaklar her şeyden önce işlevsel mekânlardır. Mekânsal ve materyal anlamda kilisenin girişini işaretleyen liminal bir alan meydana getirmektedirler. Ayrıca yapının eşiğinde bekleyen kilise ziyaretçilerinin sığınabileceği bir alan oluşturmakta, giriş kapısını ve cepheyi kötü hava koşullarından korumaktadırlar.

 

Anastasios Tantsis, Selanik Aristoteles Üniversitesi

Bizans Kiliselerinde Galeriler ve Üst Kısımlar: Bizans Dini Mimarisinin Gelişimindeki Rolleri

Galeriler Bizans kilise mimarisinin özgün unsurlarındandır. Başkentin birçok kilisesinde, özellikle de Erken Bizans dönemine ait olanlarda bulunurlar. Yazılı kaynaklara göre, galeriler genellikle ayinler sırasında imparator, saray mensupları ve kadınlar tarafından kullanılırdı. Galeriler kilise binasının bir parçasıdır ve kilisenin merkezi bölümünden ayrılmış olsalar bile, aşağıda gerçekleştirilen ayinleri incelemek için imtiyazlı bir alan sunarlardı. Konstantinopolis’teki örnekleri takip eden Selanik, Filippi ve Nikaia gibi diğer kent merkezlerinin büyük kiliselerinde de, özellikle sekizinci yüzyıla kadar, galeriler yapılmıştır. Galeriler genellikle, cemaati ayrı tutmanın hassas bir mesele olduğu halka açık dini binalarda bulunurlardı.

Dokuzuncu yüzyıldan sonra, galeriler kilise binalarında nispeten daha seyrek yer almaya başladı. Kiliselerin içine entegre edilmiş olsalar bile, varlıkları genellikle narteksin üst kısmındaki alanla sınırlı kaldı. Bundan dolayı da çok öne çıkmayan veya göze çarpmayan bölümler haline geldiler. Yine de bu dönemde Konstantinopolis mimarisinin bir özelliği olmayı sürdüren galeriler, saraylılar ile soylu tabakanın himayesini yansıtmıştır. 1204 yılından sonra, periferideki yeni kentsel idare merkezlerinin (Arta, Nikaia, Trabzon ve özellikle Mistra) kiliselerinde önemli bir role sahip olduklarından, yeniden kilise binalarının dikkat çekici bir parçası olarak ön plana çıktılar. Bu dönemde kilise mimarisi hâlâ en yüksek sosyal tabakanın dini hamiliğini ifade etme aracıydı ve galeriler Konstantinopolis’e özgü uygulamaları başkentten uzak noktalara ileten bir vasıta olarak görünmekteydi.

Benim bu çalıştaydaki sunumum, Konstantinopolis’in mimari ve litürjik modellerin üreticisi olarak oynadığı rolü ve bunun başkent ve diğer bölgelerde saray(lılar)ın himayesinde galerili kiliselerin inşası yoluyla nasıl gerçekleştiğini irdeliyor. Kiliselerin üst katları, kiliseye eklenmeleri veya ihmal edilmeleriyle, birçok farklı Bizans kilise mimarisi tarzının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bu olguyu daha iyi anlayabilmek, Orta ve Geç Bizans dönemlerinde kilise mimarisini şekillendiren etkenler hakkında çok daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlayacaktır.

 

III     Kilise Binasının İçinde ve Dışında Liturji

 

Christina Maranci, Tufts Üniversitesi

Ermeni Mimarlığını Anlamak İçin Litürjiden Yararlanmak: Kısa Bir Değerlendirme

Bu sunumda, Ermeni mimarlığını anlamak için bir araç olarak litürjiyle kendi kurduğum ilişki üzerine kısa bir değerlendirme yapacağım. Daha lisansüstü eğitimime devam ederken, Slobodan Ćurčić ve Thomas Mathews’la birlikte çalıştığım sırada, mimarlık ve litürji arasındaki ilişkiye önem vermek konusunda teşvik edilmiştim. O zamanlar benim gibi bir lisansüstü öğrencisi olan dostum Amy Papalexandrou’nun Skripou’daki 9. yüzyıl Koimesis Kilisesi üzerine gerçekleştirdiği çalışmasını okuduktan sonra, Ortaçağ Ermeni kiliselerini çalışmak için litürjik bağlamı nasıl oluşturabileceğimi düşünmeye başladım. Dış cephelerdeki yazıtlar ve bezemeler, Papalexandrou’yu, kilisenin etrafında gerçekleşen çepeçevre bir dini tören kurgusuna yönlendirmişti. 2004 yılında, Timothy Greenwood, içerisinde çepeçevre ritüelistik bir hareketin varlığını da önerdiği, Ermeni yazıtları üzerine araştırmasını yayımladı. Söz konusu çalışmalardan hareketle, Üst Rahip Daniel Fındıkyan’ın, kiliselerin içinde olduğu kadar etrafında gerçekleştirilen hareketi de öngören bir bölüm içeren, Ermeni kutsama törenleri üzerine litürjik incelemesine tesadüf ederek, çepeçevre hareketin varlığını Ermeni kiliseleri bağlamında daha derinden inceledim.

Rahip Daniel’in makalesi hipotezim için spesifik bir litürjik temel oluşturmanın ötesine geçmektedir. Ayini gerçekleştiren kişinin yeni kutsanmış bir sunakla kiliseye yeniden girdiği sırada okunan ve büyük bir çaresizliğin ardından Kudüs’e ulaşılması ile varılan neşeli bir dönüm noktasını anlatan, 119-121 aralığındaki mezmurlara dair yaptığı açıklama dolayısıyla, bu çalışma, imgelemimde özel bir yer etti. Bu inceleme, bana, mezmurların, ilahilerin ve diğer kutsal metinlerin dilinin, kiliselerin dış mekânlarını anlamak için nasıl dolaysız bir ortam oluşturabileceğini düşündürdü. Aynı zamanda, kilisenin fiziksel çevresi, mimarisi, mimari plastiği ve yazıtları gibi belli özellikleri, gerçekleştirilen litürjiyi renklendirmekte ve dönüştürmektir. Bu çift taraflı ilişkiyi büyüleyici bulmakla beraber, Rahip Daniel’in makalesini ilk okuyuşumdan bu yana, temel atma, kutsama, ikonalarla bezenmiş kilisenin kutsanması ve kutsallığı bozulmuş kilisenin yeniden kutsanması törenleri gibi mimarlıkla doğrudan ilişkili çok sayıda Ermeni ayini üzerinden konuyu detaylı bir şekilde ele alıyorum. Ermeni litürjisinin, geç 10. yüzyıl ya da erken 11. yüzyıldaki dini törenler kitabı (Mashtots) vasıtasıyla bilindiği kadarıyla, Ermeni kilise mimarisini yorumlamak için güçlü ve geniş bir imgeler kütüphanesi sunduğuna ikna olmuş vaziyetteyim.

Bu çalıştayı kendime ve diğer katılımcılara bir takım sorular yöneltmek için bir fırsat olarak değerlendirme niyetindeyim. Metodolojik olarak nasıl bir yol izliyorum? Disiplinler üstü bir inceleme yürütmeye çalışmanın problemleri, zorlukları ve kazanımları nelerdir? Son olarak, açıklamaya çalıştığım olgu Bizans ve Gürcistan da dâhil olmak üzere komşu alanlardaki araştırmalarda yankı bulacak mı?

 

Konstantinos T. Raptis, Yunanistan Cumhuriyeti Kültür ve Spor Bakanlığı, Selanik Antik Eserler İdaresi

Bizans Şehrinin Vaiz Kürsüsü Olarak Katedral: Kamusal Alanda Litürjik Tören Alayları ve Ayinler

Bu sunum, bir yandan Selanik Katedrali olarak işlev görmüş olan—veya görmüş olması muhtemel—Bizans kiliselerinin, yani Ayasofya, Rotonda ve Acheiropoietos Bazilikası’nın mimari farklılıklarını, spesifik özelliklerini ve eklenti binalarını, bir yandan da şehrin dini merkezinin anıtsal topografyasına ilişkin yeni bulguları ve Selanik Piskoposluğu’nun litürjik usulleri hakkındaki yazılı kaynakları dikkate alarak, katedralin Bizans şehrinin vaiz kürsüsü olarak oynadığı alışılmadık rolü ortaya çıkarmayı ve tartışmayı amaçlamaktadır. Buna ek olarak, ruhban sınıfının ve cemaatin toplu katılımıyla özel bayram günlerinde kamusal alanda gerçekleştirilen litürjik tören alayları ve ayinler sırasında ana cadde ve/veya meydanların kavramsal anlamda sınırsız bir nefe dönüşmesini ele almaktadır. Bu sunum, bahsedilen bu özgün litürjik olguyu, sanat ve mimari tarihi, arkeolojik veriler ve litürjik performansa ilişkin yazılı kaynaklar gibi farklı bakış açılarını bir araya getirerek tartışıyor ve Selanik Başpiskoposluğu idaresindeki bölgeye özgü litürjik özellikler ile Konstantinopolis ve çevresinde imparatorluğa ait dini kurumlarca takip edilen litürjik usuller arasındaki bağlantıların izini sürmeye çalışıyor.

 

IV      Manastır Mekânı: Mensubiyet ve Hafıza

 

Fotini Kondyli ve Justin Mann, Virginia Üniversitesi

Dini Mensubiyetin Mimarisi: Orta Yunanistan’daki Bizans Manastır Topluluklarından Öğrendiklerimiz

Bizans dini mimarisinde mimari üslup genellikle banilerin ve kurumların Konstantinopolis’e özgü veya bölgesel akımları takip edebilme kabiliyetleriyle bağdaştırılmıştır, bunlardan ikincisi taşraya ait olup genellikle daha fazla tutucu ve daha az sofistike sayılmıştır. Bu tarz bir yaklaşım, mimari ürünleri Konstantinopolis’in modelleriyle bağlantılı olarak değerlendiren, kalıplaşmış, değişmeyen kategoriler oluşturmaktadır.

Makalemiz dini mimarlık üslubunu müşterek üyelik ve kimliğin bir aracı olarak tartışmaktadır. Bu makale, güçlü ekonomik, dinsel ve sosyal bağlara sahip olan dini toplulukların genellikle benzer bir mimari dili benimsediklerini ve belirgin bir estetik anlayışını paylaştıklarını öne sürmektedir. Bu tarz kasti tercihler bu toplulukların kendi mensubiyetlerini teşhir etmelerine ve kendi ekonomik ve dini ağlarıyla hizalanmış bir kutsal coğrafyayla bağlantı kurmalarına olanak sağlamaktadır. Her ne kadar bu olgu Bizans İmparatorluğu’nun her tarafında gözlemlenebilse de, biz Orta Yunanistan’da bulunan, Orta Bizans dönemine ait çeşitli kentsel ve kırsal manastırlara odaklanmaktayız ve bunların bağlantılı kurumlar tarafından paylaşılmış ve tekrar edilmiş belirgin bir mimari üslubun gelişimindeki rollerine dikkat çekmekteyiz. Bunu basit bir taklit süreci olarak değil, farklı dini topluluklar arasında görsel ve estetik bağlar kuran ve yapıları birbirleriyle iletişime geçiren bir katılım ve üyelik eylemi olarak anlıyoruz. Bu tür olgular en çok ana manastır ve ona bağlı bölgelerde görülüyor olmakla birlikte, benzer etkileşimlerin ortak dini, politik ve ekonomik uygulamalar neticesinde birbiriyle yakın ilişki kuran manastır topluluklarında da olduğunu görmekteyiz.

 

Nebojša Stanković, Belgrad Üniversitesi (Sırbistan)

Bizans Kilisesinin Tasarım Sürecinde Mekânsal Hafıza: Katholikon Örneği

Bizans manastır kiliseleri plan düzleminde ve hacimsel anlamda büyük benzerlikler göstermektedir. Neredeyse tamamı, üç parçalı bir narteksle ulaşılan kapalı Yunan haçı planlı naoslara sahiptirler. 800 yılı dolaylarında ortaya çıkan bu mimari model imparatorluğun sonuna kadar -ve hatta sonrasında da- manastır yapı gruplarında standart olarak uygulandı. Peki, bu mimari tip neden böylesine geniş bir uygulama alanı buldu? Söz konusu durum kesinlikle yeterince yaratıcı olmama haliyle açıklanamaz, zira her bir manastır kilisesi, mimari yaklaşım, form ve dekorasyon anlamında birbirlerinden farklılaşmaktadır. Buna karşın, genel anlamıyla iç mekân düzenlemeleri belli bir işlevsel modelin her zaman için göz önünde bulundurulduğuna işaret etmektedir. O halde, litürjinin bu tasarım yaklaşımına yol açmış olabileceği öne sürülebilir mi? Söz konusu mimari modelin işlevselliği ya da yeni bir manastır kurulacağı zaman bani ve mimarın mevcut eski yapıları yüceltme isteği mi bu durumu doğurmuştur.

Bizans kilise yapılarının mimarlar veya yapı ustalarınca tasarlanmış olduğu neredeyse şüphe götürmez. Fakat zaman zaman belli bir şemanın ya da bir takım mimari elemanların tasarıma dâhil edilmesini talep eden ve iç mekânı donatan ikonografik programı ve sanatçıyı seçen baninin de (ktētōr) süreçte oldukça önemli hatta belirleyici bir rolü vardı. İnşaatı finanse eden kişinin kilisenin gelecekteki kullanıcısı da olduğu durumlarda bu rol özellikle ön plana çıkmaktadır. Manastır cemaatinin ibadethanesinin mekansal kurgusunu, mimari tanımını ve sanatsal bezemesini belirleme ayrıcalığı genellikle – maddi desteği sağlayan kendisi olmasa bile – manastırın idarecisine aitti.

Katholikon tasarımının belirlenmesinde, karar vericiler, görünen o ki önceki manastır deneyimlerinden, muhtemelen de manastır hayatına adım attıkları ya da kendi kurdukları manastırın organizasyonu, ruhani hayatı ve ayinleri için örnek olarak aldıkları kurumlardan esinlendiler. Tüm bunlar, manastır sakinlerinin ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde gelişen mimari düzenleme içinde fiziksel olarak yansıtılmış ya da dolaylı olarak ifade edilmiştir. Mimari çözümlerin elverişliliğinin kanıtlandığı durumlarda aynı model yeni kurulan manastırlarda da tekrar edilmiştir. Söz konusu esinlenme sürecinde, kişisel deneyimler ve mekânın hafızası belirleyici bir rol üstlenmektedir.

Bu çalışma, yukarıda açıklanan fenomeni ve onunla ilişkili durumları Aynoroz Dağı’ndaki örnekler ve tarihi belgeler ışığında ele almaktadır. Ayrıca Konstantinopolis, Bitinya, Yunanistan, Rusya, Gürcistan ve Sırbistan’dan ilgili örnekler de tartışmaya dâhil edilecektir. Mekânsal hafıza, çalışma mekanizması ve gerekçeleri makalenin odak noktasını oluşturmaktadır. Aynı zamanda şu olgulara da değinilmektedir: a) Kullanılan mimari formlar (özellikle de kapalı Yunan haçı); b) bir takım değişkenlerin (galeri katının ya da mezarların kilise planına dâhil edilmesi gibi), değişikliklerin varlığı, hatta orijinal şemanın terk edilmesi ve buna yol açan belirli kararlar; c) yeni mimari elemanların ve mekânsal çözümlerin tasarıma dâhil edilmesi (yan konkhoslar ve yan şapeller gibi). Gelenek ve işlevsellik arasındaki belirgin denge birbirinden farklı tasarım çözümlerine yol açmıştır. Bu durum, incelenen her bir yapıyı, hem eşsiz hem de doğrudan “Bizans üretimi” olarak tanınabilir kılmaktadır.

 

V       Konstantinopolis’e Has Mimari Üretim

 

Alessandra Ricci, Koç Üniversitesi

Marmara Bölgesi’nde Manastır Mekânları ve Ayinleri: Aziz Hayatları, Arkeoloji ve Mimarlık

İmparatorluğun başkenti Konstantinopolis, çağdaşları tarafından kaçınılmaz bir şekilde otoritenin merkezi olarak görülmekteydi. Kentin sanatsal ve mimari üretimi tarafından da desteklenen bu görüş, uzun soluklu ve köklü bir tarih yazımı anlatısı oluşturdu. Bu sunum, şehrin geniş hinterlandı ve bitişiğindeki Marmara Bölgesi üzerine düşünerek ve başkent anlayışımızda güçlü bir yer edinmiş merkez-çeper yaklaşımını yeniden değerlendirerek, söz konusu geniş kavramın bazı yönlerini incelemeyi ve sorgulamayı hedeflemektedir.

İnceleme, başkentin Bitinya’daki hinterlandı ve Marmara Bölgesi boyunca yayılan Orta ve Geç Bizans manastırları üzerinden yürütülecektir. Aziz hayatları, bir takım başka verilerin yanı sıra, Konstantinopolis’in hinterlandının ve Marmara Bölgesi’nin, çok sayıda kent sakini tarafından, yalnızca mahalli değil aynı zamanda ruhani bir çeper olarak da algılandığına işaret etmektedir. Bu sunum, manastırlarla ilişkili ayinler ve pratiklerle birlikte, söz konusu bölgelerin ruhani çeperlerini tanımlayan aziz hayatlarını incelemeyi hedeflemektedir. Bu anlamda manastırlar diyakronik ve dinamik mekânsal kümeler olarak ele alınmaktadır. Aziz hayatlarına paralel olarak, manastırların mimarisi ve arkeoloji de göz önünde bulundurulacaktır.

İncelenecek olan örnekler arasında keşiş Yeni Teolog Simeon’un Boğaz’ın Asya yakasında yer alan Khrysopolis’teki sürgün deneyimi ve burada inşa ettiği manastır da bulunmaktadır. Münzevi Auxentios’un adıyla anılan Konstantinopolis’in kutsal dağının ortaya çıkışı, patrik Ignatios tarafından inşa ettirilen yakınındaki Satyros Manastırı’yla birlikte ele alınacaktır. Ayrıca, Marmara Bölgesi’nden başka örnekler de araştırmaya dâhil edilecektir. Tüm bu örnekler, hem ruhani çeperlerdeki farklı deneyimler hem de bu deneyimlerin manastır mekânı, mimarisi ve ayinleriyle olan ilişkileri hakkında fikir vermektedir.

 

Ayşe Ercan Kydonakis, Columbia Üniversitesi

Ermeni Mirası mı, Tarihyazımı Yanılgısı mı?

Konstantinopolis’in Orta Bizans Dönemi Mimarlığına Dair Yeni Bir Değerlendirme

1045 senesinde, Bagratuni Krallığı’nın başkenti ve önemli bir ticaret merkezi olan Ani, IX. Konstantinos Monomakhos’un (hük. 1042-55) siyasi önderliğinde Bizans topraklarına katıldı. Bu askeri zaferi takiben, imparator, Konstantinopolis’in oldukça merkezi bir yerinde Tropaiophoros (“Zafer Getiren”) Aziz Georgios’a adanmış Mangana Manastır Kilisesi’ni inşa ettirerek başarısını bu mimari şaheserle taçlandırdı. Topkapı Sarayı bahçesinde bulunan kalıntıları 1920’lerde Fransız işgal ordusu tarafından yapılan kazılarla gün yüzüne çıkarılan Mangana Kilisesi, ana kubbesini taşımak için geliştirilmiş yenilikçi strüktürel çözümü ile Bizans mimarlık tarihinde son derece olağandışı bir yapı olarak değerlendirilir.

Şimdiye kadar yapılmış çalışmalar Ermeni mimarlığının iki önemli eseri olan Aght’amar (Akdamar) Kilisesi (915-21 civarı) ile Ani Katedrali’ni (tamamlanışı 1001 civarı) Mangana Kilisesi’nin en yakın tipolojik benzerleri olarak öne çıkarırken Ermeni mimari geleneğinin Bizans tarafından güya benimsenip özümsendiği iddiası üzerine birçok akademik tartışmayı da alevlendirmiş oldu. Ortaçağ Ermeni mimarlığının etkisini vurgulayan ve Bizans çalışmalarında günümüze kadar yaygın kabul gören bu sav, Bizans ve Ermeni diyarları arasındaki kültürel etkileşim, sanatsal münasebet ve teknik bilgi paylaşımına dair çeşitli anlatıların da ortaya çıkmasına yol açtı. Ancak, son yıllarda gerek Bizans’ta kimlik ve etnisiteye gerekse Bizans mimarlığına yönelik eleştirel yaklaşımlar, Konstantinopolis’in Orta Bizans dönemi mimarisinde olduğu varsayılan Ermeni etkisini de tüm bu yeni tarihsel, kuramsal ve mimari bakış açılarını hesaba katarak yeniden değerlendirme ihtiyacı doğurdu.

Bu çalışma, eski görüşleri reddederek Mangana Manastır Kilisesi’ne yeni arkeolojik veriler doğrultusunda alternatif bir bakış açısı sunuyor. Mangana Kilisesi’ni daha kapsamlı bir kültürel tartışmanın odağına oturtarak Bizans dünyasında Ermeni kültürel mirasının etkisini Konstantinopolis’in Orta Bizans dönemi mimarisi üzerinden tartışmaya açıyor. Bu doğrultuda, Bizans ve Ermeni mimari geleneklerine ait yeni arkeolojik kanıtları ve dağınık bilgi kırıntılarını bir araya getirip bunları Bizans dünyasındaki Ermenilere ilişkin son yıllarda ortaya çıkan revizyonist tarihyazımı ışığında yeniden yorumluyor ve Orta Bizans dönemi mimarisindeki Ermeni “etkisine” dair abartılı söylemi eleştirel bir bakış açısıyla değerlendiriyor. Bunu yaparken de Bizans kültürü ve mimarisine yönelik incelemelerde şimdiye kadar kullanılmış olan sınıflandırmaların Bizans’taki kültürel kimliklerin çeşitliliği karşısında ikna ediciliğini yitirdiğini vurguluyor. Böylece, bu çalışma, farklı toplulukların üyelerinin Bizans’taki sanat üretimine, özellikle de bu çok kültürlü imparatorluğun resmi dini için üretilen mimari mekânların tasarımına yaptığı katkıları değerlendirmekte söz konusu sınıflandırmaların artık yetersiz kaldığını gözler önüne seriyor.

 

VI      Mikro-gelişmeler ve Çeperler

 

Elif Keser-Kayaalp, Dokuz Eylül Üniversitesi

Tur ‘Abdin Kilise Mimarisi

Kuzey Mezopotamya’nın kent içi kiliselerinin plan tipleri, imparatorluğun diğer bölgelerinde inşa edilen bazı şemaları da içine alan büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Bölgenin kırsalındaki kilise mimarisi için bakılması gereken yer ise Mardin’in doğusunda bir plato olan Tur ‘Abdin’dir. Birkaç yenilikçi deneme dışında, Tur ‘Abdin’deki kilise mimarisinin dikkat çekici derecede tutucu göründüğü söyleyebiliriz: Bu mimarinin tipik örnekleri, boylamasına uzanan tek nefli köy kiliseleri ile kuzey-güney doğrultulu bir transepte ve üç parçalı apsise sahip manastır kiliseleridir. Bunlardan ikincisinin bölgeye has olduğu kabul edilebilir, zira başka hiçbir yerde manastır kiliseleri belirli bir plan tipi ile direkt olarak ilişkilendirilemez.

Bölgedeki kiliselerde gerçekleştirilen geniş çaplı restorasyon çalışmaları bazı mimari unsurların tarihlendirilmesini ve işlevlerinin saptanmasını zorlaştırmaktadır. Öte yandan, çok sayıda başka yapı, yıkıntı halinde olmalarına karşın zengin veri sağlamaktadır. Bu çalışmada, daha iyi korunmuş ve bilinen kiliselerle diğer yapılar arasında yapılan karşılaştırmalar aracılığıyla, apsis düzenlemelerine, girişlere, naos duvarlarındaki payelere, duvar inşa tekniklerine, banileri konu edinen yazıtlara, yapıların dekorasyonuna ve ölçeğine odaklanarak bölgedeki mimarinin detay bazındaki çeşitliliğini ortaya koymayı hedefliyorum. Yedinci ve sekizinci yüzyıllarda bölge Müslümanların kontrolündeyken mimaride ortaya çıkan değişikliklere de dikkat çekeceğim. Ayrıca, söz konusu mimarinin bazı özelliklerini bölgedeki kent içi kiliseleriyle karşılaştırarak plan tipleri değişse de kentte ve kırsalda benzer inşa tekniklerinin ve mimari plastiğin kullanıldığını göstereceğim.

 

Tassos Papacostas, King’s College Londra

Daimi İhtiyaçlara Kentsel ve Kırsal Cevaplar: Çağlar Boyunca İki Kıbrıs Siti

Araştırmam Kıbrıs Üniversitesi bünyesinde sürmekte olan ve iki farklı yapı alanının karmaşık tarihini inceleyen iki projeyle ilgilidir; bu yerler Lefkoşa Bedesten’de bulunan Hodegetria Katedrali ile Sotira’nın güneydoğu kıyısındaki Transfigürasyon Kilisesi’dir. Günümüze kadar ayakta kalmış olan binaları, daha önce aynı yerde inşa edilmiş diğer yapılar ve kendilerini şekillendiren inşaat ve dekorasyon faaliyetleriyle birlikte ele alıyorum. Birden fazla dönemin izlerini taşıyan bu yerler çalıştayın başlıca ilgi alanlarını verimli bir şekilde tartışmak için bol materyal sunmaktadır. Böylece, ibadetin uzun bir zaman boyunca kesintisiz devam ettiği her iki alanda ardışık yapıların diyakronik evrimini; kentsel ve kırsal, yerel ve ithal edilmiş inşaat gelenekleri ve uygulamaları arasındaki diyaloğu; söz konusu yapıların günümüzde bölgede yerleşik topluluklar arasında ve içinde bulundukları mimari peyzaj içerisindeki yeri gibi konuları tartışma fırsatı buluyoruz.

 

VII    13. Yüzyılda Seçmeci Üslup, Çeşitlilik ve Yeniden Yorumlama

 

Suna Çağaptay, Bahçeşehir Üniversitesi / Cambridge Üniversitesi

Bizans’ta Üretilmiştir: Laskarisler Dönemi Mimarisinin Seçmeci Üslubunu Yeniden Değerlendirmek

Modern araştırmacılar Laskarisler dönemi mimarisini Hans Buchwald aracılığıyla tanıdı. Mimar-mühendislik eğitimi almış olan Hans Buchwald, Laskarisler dönemi mimarisi hakkındaki çığır açan makalesini 1979’da yazmıştır. Bu makale, bir zamanlar Laskaris idaresi altında birleşen bölgelerden, bugünkü Yunanistan ve Türkiye’den çeşitli mimarlık örneklerini bir araya getiren ilk ve tek yazılı çalışmadır. Geniş bir araştırma malzemesini derlemiş olması ve Bizans mimarisine ilişkin tartışmaların çoğunlukla dışında kalan Laskarisler dönemi mimari üretimini bir bağlama oturtması nedeniyle büyük bir övgüyü hak etmektedir. Buchwald, Laskarisler dönemi mimarlığını, “esasen, mimari formlarını çok sayıda farklı kaynaktan alan ve onları dekoratif bir kaplamayla sarmalayarak bütüncül, kolayca tanınabilir, gösterişli bir tarz üreten, özünde seçmeci bir üslup”[1] olarak tanımlamıştır. Buchwald’a göre, bu seçmeci üslup, Konstantinopolis’teki on ikinci yüzyıl Bizans mimarlığı ile Anadolu’daki on üçüncü yüzyıl Laskarisler dönemi mimarlığı arasındaki kopukluğu açıklar.

Sunumum Geç Bizans mimari geleneği içinde Laskarisler dönemi mimarlığının ayrıntılı bir okumasını içeriyor. “Seçmeci” üslubun neyi temsil ettiğini ve Laskarisler devri bağlamında ne anlama geldiğini ele alarak, bu tanımlamanın ima ettiği, Laskarisler dönemi mimari üretiminin yenilik ve yaratıcılıktan yoksun ya da ikincil olduğu türünden çeşitli olumsuz nitelemelerin ötesine geçmeyi hedefliyorum. Aynı zamanda, Hans Buchwald’ın on ikinci yüzyıl Konstantinopolis’iyle Laskaris idaresi altındaki topraklar arasında pek az benzerlik olduğu yolundaki iddiasını da sorguluyorum. Bu doğrultuda, Laskarisler dönemi mimarlığının, bir yandan on ikinci yüzyıl Komnenoslar devri Konstantinopolis’inden belirgin sembolik ve materyal referanslar barındırdığını, öte yandan Selçuklular, Ermeniler ve Bulgarlar da dâhil olmak üzere komşu kültürlerden esinlendiğini, dolayısıyla çift taraflı bir kaynaktan beslendiğini öne sürüyorum. Bunlardan ikincisine daha yoğun bir şekilde odaklanarak, kültürel etkileşimlerin doğasını ve dolayısıyla çok kültürlü bir mimari repertuarın ortaya çıkışını tartışmak amacıyla özellikle devamlı olarak dönüşen ve yeniden şekillenen Epirus, Mora, Bulgaristan ve Moravya’daki 13. yüzyıl Hristiyan devletlerini inceleyeceğim. 1261’de yeniden Bizans başkenti unvanını aldığında Konstantinopolis’e aktarılan da söz konusu çok kültürlü mimari repertuarın ta kendisidir.

[1] H. Buchwald, “Laskarid Architecture,” JÖB 28 (1979): 293–294.

 

Nikos Kontogiannis, Koç Üniversitesi

1204 Sonrasında Ege Dünyasındaki Yapı Çeşitliliği ve Dini Çokseslilik

Dördüncü Haçlı Seferleri sırasında Bizans İmparatorluğu’nun dağılması, Yunan anakarasında yeni bir siyasi durum ortaya çıkardı. Latin imparatorunun görünüşte egemen oluşuna karşın, yerel güçler ve bölgesel aktörler çok geçmeden neredeyse bağımsız hale geldiler. Tüm aksaklık ve çatışmalara rağmen, zenginlikleri kısa sürede hayret uyandırıcı miktardaki inşa faaliyetiyle ifade buldu. Bununla birlikte, öncesinde bölgede bulunan Bizans dini kurumlarının tekilliği, yerini Latin yönetimi, dilenci tarikatları, Yunan din adamları ve Ortodoks manastırlarının tekinsiz birlikteliğine bıraktı. Bu dönemde, Mora Yarımadası’nın çeşitli yerlerinde, Orta Yunanistan’da ve Ege adalarında mimari karakter, ölçek, plan, görünüş ve inşa teknikleri bakımından birbirinden oldukça farklı çok sayıda kilise inşa edildi. Şüphesiz ki, bu durum, yeni sosyoekonomik ve dini koşulların doğrudan bir yansıması olarak görülmelidir.

Söz konusu durum, uzun yıllar modern araştırmacıları hayrete düşüren ve kutuplaştıran bir dizi karşıt yorumun, birbirinden farklı tarihlendirmelerin ve atıfların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu araştırmada, kent içinde ya da kırsalda bulunan, bir manastırın parçası veya özel bir şapel olarak inşa edilmiş, bölgedeki bir grup yapıyı (yeniden) ele alacağım. Bu anlamda, kendi aralarında ve daha eski yapılarla yapılan karşılaştırmalar ilgi çekici sonuçlar ortaya sermektedir. Bu çalışma, nihayetinde Haçlılar devrinde Yunanistan’daki dini peyzajı şekillendiren ve kendine has mimari bir çokseslilik yaratan siyasi güçlerin, farklı motivasyon ve eğilimlerin çeşitliliğini göstermektedir.

 

Tolga Uyar, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi

Bizans Tarafından Selçuklu Anadolu’sunda “Üretilmiştir”: Kapadokya’nın On Üçüncü Yüzyıl Kaya Oyma Kiliseleri

Kapadokya’daki bir grup kaya oyma kilise ve duvar resmi, yazıtlar yardımıyla kesin bir şekilde on üçüncü yüzyıla tarihlendirilebilmektedir. Bu dini “yapılar”, Bizans’ın İç Anadolu’daki kontrolünün on birinci yüzyılın ikinci yarısındaki hızlı çöküşünün ardından ortaya çıkan ilk merkezi siyasi güç olan Selçuklu hâkimiyetine tanıklık etmektedir. Muhtemel uzak geçmişleri bir zamanlar Anadolu’yu kontrol eden Bizans uygarlığına dayanan, Kapadokya’daki kaya oyma kiliselerin yaratıcıları ve kullanıcıları, 1204 yılı sonrasında Bizans’ın mirası üzerinde hak iddia eden Anadolu Selçukluları, İznik İmparatorluğu ve diğer siyasi oluşumlar arasındaki siyasi, ekonomik ve kültürel etkileşimin nesnesi olarak belirmektedirler.

On üçüncü yüzyıl Kapadokya’sındaki dini kaya oyma “binalar”, genel bir kural olarak, onuncu ve on birinci yüzyıl kiliselerinin mimari bağlamını yeniden kullanmaktadır. Sıfırdan bir kaya oyularak yeni bir kilise oluşturulacağı zaman, Karşı Kilise ya da Tatlarin’de olduğu gibi, Orta Bizans’ın kilise şemalarından türeyen çeşitli mimari formaların sıra dışı birleşiminin sonucu olarak amorf mimariler ortaya çıkmaktadır. Duvar resimlerine gelince, daha önceki bölgesel örneklerde görülen inceliğin kaybolduğunu ve önceki tarzların taklit edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Kiliselerin ikonografik programlarında, önceki yüzyılların bir takım geleneksel özelliklerinin devamlılığının yanı sıra, zamanının doğu Hıristiyanlığı sanatının daha geniş çaptaki ortak diline ek olarak, çağdaş Bizans dünyasına yapılan yeni görsel ve yazılı referanslar da söz konusu sanat eserlerinde kaçınılmaz olarak kendilerine yer bulmuştur.

Eski kilise yapılarının ve sanatsal formüllerin -Rober Nelson’ın görsellerarasılık olarak tanımladığı- bilinçli bir şekilde yeniden kullanılması ya da devşirilmesi durumu, Bizans geçmişinin, Müslümanlarca yönetilen on üçüncü yüzyıl Kapadokya’sı içindeki Hıristiyan grup kimliği için bağlayıcı bir öğe olarak algılanmış ve kullanılmış olabileceğini yansıtmaktadır. Bu çalışmam, Bizans sonrası Kapadokya’sında Bizans kimliği sembollerinin varlığına kanıt olarak materyal kültürün kullanımı konusundaki bir takım yöntemsel ve kavramsal zorlukları incelemekte ve atölyelerle ilgili başlıca meseleleri yansıtan güncel gelişmeleri tartışmaktadır.

 

Değerlendirmeler ve Kapanış Konuşması

Robert Ousterhout, Pensilvanya Üniversitesi (Emeritus)